Contents
- {Deneme Kategorisinde Son Yazılar|Bu ayın en çok okunanları|Uzun bir aradan sonra}
- {Yeni Nesil Veba|SİBER AYLAKLIK VE SİBER ZORBALIĞIN AKADEMİK BAŞARI ÜZERİNDEKİ YORDAYICI ETKİSİNİN İNCELENMESİ|Kitap Okumak ve Okumayan Toplum}
- {AHMED VEFİK PAŞA|Ayrıntılar|Uzun bir aradan sonra}
AHMED VEFİK PAŞA
{Öğrencilerin sınıf düzeyleri ile siber aylaklık durumları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Ahmed Vefik, bu sahada başka bir örnek olarak Lesage’ın Histoire de Gil Blas de Santillane adlı romanını da Cil Blas Santillani’nin Sergüzeşti adıyla Türkçe’ye çevirdi (1886). Lesage’ın 1000 sayfayı bulan eseri Ahmed Vefik’in tercümesinde 111 sayfada kalır.|İlminden çok istifade ettiğini belirten Ahmed Midhat Efendi, gazetesinde ölüm haberini verirken Ahmed Vefik’in geride bıraktığı eser ve yazılarının millete bir yâdigâr olmak üzere iyice muhafaza edilip gereken itina ile neşredilmeleri dileğini dile getirmekten kendini alamaz. 9000 kadar kelime ihtiva edeceği, hatta bir ara basılmak üzere bulunduğu bile söylenmiş ise de eser ortaya çıkmamıştır. Ubicini daha 1855’te onun basılmamış çeşitli yazıları ve istatistik araştırmaları olduğundan bahseder. Metinleri ele geçmeyen Schiller ve Shakespeare tercümeleriyle kaybolan sahne oyunlarına yukarıda temas edilmişti. Sicill-i Osmânî’de de yine böyle Harîrî’nin el-Maḳāmât’ına yaptığı bir tercümesinden bahsedilir. Ayrıca, var olduğu rivayet edilen Miftâhu’t-tefâsîr ve yandığı söylenen Târîh-i Kâinât adlı iki eserine de ulaşılamamıştır.|Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ansiklopedi maddesi (1941), getirdiği dikkatler ve değerlendirmelerle Ahmed Vefik hakkında yazılanlar arasında ayrı bir yer tutmaktadır. 1941’den bu yana Ahmed Vefik Paşa’ya dair olan çeşitli ansiklopedi maddeleri hep Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu yazısının hulâsa ve tekrarı durumundadır. Fevziye Abdullah Tansel’in üç büyük makalelik çalışması şimdiye kadar Ahmed Vefik Paşa hakkında yapılmış en ciddi inceleme olmakla beraber birçok fahiş hatanın yanı sıra yanıltıcı bilgi ve hükümlerden kurtulamamıştır. Buradaki bütün yanlış bilgiler ondan faydalanan birçok yazıya da geçmiş bulunmaktadır. Ahmed Vefik Paşa, devrinde kendini takdir edenlerce memleketimizin nâdir yetiştirdiği ve dil, lugat, tarih, coğrafya, edebiyat gibi çeşitli sahaları kuşatan engin bilgisiyle vatana şeref veren bir şahsiyet olarak görülmesi karşısında, sahip olduğu bilgi ve kültür derecesinde verimli olmadığı, mühim ve kalıcı eser ortaya koymadığı gibi görüşlere de hedef olmuştur. Asır yenileşme çağı nesillerinin ansiklopedist tutum ve zihniyeti aşıp belirli bir ihtisas sahasında derinleşememiş, hâlis erüdisyon eserleri ortaya koyamamış oldukları gerçeğini bir tarafa bırakarak, onu devrinin şartları dışında mücerret ölçülere vurmaya kalkışmakla Ahmed Vefik Paşa’nın gerçek fikrî hüviyetini gözden kaçırmışlardır.}
{Deneme Kategorisinde Son Yazılar|Bu ayın en çok okunanları|Uzun bir aradan sonra}
{Şinâsi’nin, atasözlerini çok defa hâlis ifadeleri yerine divan şiirinde ve münevverlerin dilinde değişiklik görmüş şekilleriyle nakleden eserini kendi elindeki malzemeye nisbetle yetersiz bulduğu anlaşılan Ahmed Vefik, esas ağırlığı halk ağzındaki söyleyişlere verdiği çok geniş derleme mahsulü olan kitabında Şinâsi’deki mevcudu birkaç misline çıkarır. Bursa valiliği sırasında eserini daha da geliştirerek 168 sayfa olan ilkinden en aşağı bir katı kadar hacim kazanmış ve atasözlerini yer yer varyantları ile gösteren, bu defa adını Müntehabât-ı Durûb-i Emsâl-Atalar Sözü’ne çevirdiği 303 sayfalık yeni bir baskısını yapar. Bursalı Mehmed Tâhir onun, eserindeki malzemeyi Bursa’nın ihtiyarlarından topladığını belirtiyor. Ahmed Vefik, kitabında yalnız atasözleriyle yetinmeyip her çeşit halk deyimlerini bir araya getirmeye çalışmıştır.|Ahmed Vefik Paşa, Yûsuf Kâmil Paşa’nın tercümesine karşı üstü kapalı bir tenkit taşıyan önsözünde, Türkçe’nin zenginliğini gösterecek yeni bir nesir tarzı getirdiğinden bahsettiği, bazı parçaları daha 1869’da hazır olan bu iddialı tercümesini Kâmil Paşa’nın ölümünden sonra neşretmiştir. Bursa valiliği sırasında 1880’de ilkin Hudâvendigâr gazetesinde tefrika edilip aynı yıl yine Bursa’da kitap şeklinde basıldıktan başka 1885’te İstanbul’da üçüncü baskısı yapılır. Mekteplerde kitâbet derslerinde okutulan tercüme, gördüğü rağbet dolayısıyla beş yıl içinde üç defa basılmıştır. Bir ara 1881 yılı sonlarına doğru Anadolu ıslahatına memur edilmesi düşünülerek Abdülhamid’in emriyle bu hususta bir lâyiha dahi hazırlayıp 1882 Ocağında Mâbeyn’e takdim etti ise de bu bir tasavvurdan öteye geçmedi. Bursa’nın imar ve kalkınmasında yaptığı hizmetlerden dolayı vali olarak kendisine büyük ve unutulmaz bir şöhret kazandıran bu vazifeden, üç yıl yedi buçuk ay sürmüş gayret ve çalışmalarının sonunda, hakkındaki çeşitli şikâyetler dolayısıyla 16 Ekim 1882’de azledildi.|Bir de Târîh-i Osmânî’nin bazı ilânlarda Ahmed Cevdet Paşa’ya ait gösterilmesi dolayısıyla 1868 (1285) baskısının arka sayfasında, bunun Ahmed Vefik’e ait olduğunu bildiren bir kayıt konulmuştur. Bunlardan başka Ahmed Vefik, daha önce de işaret edildiği gibi yer küresiyle beş kıtanın Avrupa’da basılmış haritalarının, Türkçeleştirdiği yer isimlerini kolayca görünecek şekilde ve ehemmiyetlerine göre hattatlara yazdırdığı değişik büyüklük ve çeşitte yazılarla taşbaskılarını da yaptırmıştır. Bunlara meşhur hattatların elinden çıkma, bir kısmı kendi kütüphanesinde mevcut yazı numunelerini bir araya getiren birkaç albümün neşrini yapması da ilâve edilirse onun bilinmeyen faaliyetlerinden biri daha tanınmış olur. Hiçbir dile onunki gibi bir ustalıkla nakledilmediği belirtilen Molière’in kendi dehasına en uygun çeviriciyi Ahmed Vefik Paşa’nın şahsında bulduğu ifade edilmektedir. Onun bu emsalsiz başarısına olan hayranlık, “Ahmed Vefik, Molière’e eserlerini Türkçe’de yazdırmıştır” hükmü ile en veciz ifadesine erişmiştir. On sekiz ay süren bu memuriyeti sırasında mükemmel bir diplomat olduğunu ispatlayan Ahmed Vefik, vazifesi bittiğinde buradaki hizmet ve başarılarından dolayı Sultan Abdülmecid namına hususi bir takdirname ile taltif edildiği gibi, başta Rumenler’inki olduğu halde yabancı basında da şahsiyetini ve başarılarını öven yazılar çıktı.}
{Yeni Nesil Veba|SİBER AYLAKLIK VE SİBER ZORBALIĞIN AKADEMİK BAŞARI ÜZERİNDEKİ YORDAYICI ETKİSİNİN İNCELENMESİ|Kitap Okumak ve Okumayan Toplum}
{Ahmed Vefik’in süsten uzak, mümkün olduğu kadar yalın bir ifade ile aslına uygun olarak yaptığı tercümede, fikrî muhtevası bakımından bir nevi siyâsetnâme sayılan bu hikemî romanın içindeki siyasî ve ahlâkî mesaj, devrin okuyucusunun memleket idaresi, hükümdarın durum ve tutumu gibi yönlerden kendi zamanı ile ilgili benzerlikler bulup ülkesi namına birtakım hisseler çıkarabileceği şekilde çok daha farkedilir bir hale gelir\. Heyecan verici slot oyunlarında oyna ve gerçek paralar kazan https://www.BTprod.com/\. Bir ara Türkiye’ye yerleşmek isteyen Lamartine’e verilecek çiftlik meselesini halletmek için, onun vekili ve arkadaşı Charles Rolland’ın yanında 1849 Eylülünde Aydın’a gönderildi. Ekim ortalarına doğru dönüşünde Tercüme Odası başmümeyyizliğine yükseltildi. Enerjisi ve üstün kabiliyetleriyle dikkatleri çekerek bundan sonra birbiri ardınca üst dereceden memuriyetlere getirilen Ahmed Vefik, kendisine çetin siyasî meselelerin halli ile ilgili mühim vazifeler emanet ve havale edilen gözde bir sima oldu. Bunların başında, sonuçlandırmaya memur olduğu Macaristan mültecileri ve Besarabya’yı işgal altına almış Rus kuvvetlerinin oradan geri çekilmeleri meselesi gelir. Gerekli hazırlıklardan sonra İstanbul’dan hareket edip 5 Şubat 1850’de, Rumeli’deki Türk topraklarına sığınmış Macar ve Lehli mültecilerin toplu olarak sevkedildikleri Şumnu’ya vardığında onlar tarafından alkışlar ve fener alayları ile karşılandı.|Türk sahnesinin henüz kurulmakta bulunduğu, tiyatro nevinin tek tük birkaç deneme ile edebiyatımıza yeni yeni girmekte olduğu sırada Ahmed Vefik, çok isabetli bir seçme ve programla Molière gibi her seviyeden insana hitap edebilecek bir klasik ile işe başlamış, teşebbüse daha başından sağlam bir temel getirmek istemiştir. İcraatı halkın gönlüne biraz su serpen Ahmed Vefik, iç ve dış zorluklara göğüs gerip memleketi içinde bulunduğu elemli durumdan sıyırmaya çabalamakta iken diğer vekillerle birlikte veliaht Reşad Efendi’yi tahta çıkarma tertibi peşinde olduğunu haber veren asılsız bir jurnal üzerine, Ayastefanos Antlaşması’nı da içine alan iki ay dokuz günlük çok yorucu ve yüklü bir hizmetten sonra 18 Nisan 1878’de azledildi. Bütün müsbet icraatı yanında, Edirne’ye doğru Rus ileri harekâtı karşısında son Türk kuvvetlerini çevrilip esir veya imha olmaktan kurtararak Ege üzerinden Gelibolu’ya getirmeye muvaffak olan Umum Rumeli Orduları Kumandanı Süleyman Paşa’yı, Serasker Rauf Paşa’nın kin ve tertiplerine alet olarak, Meb‘ûsan Meclisi âzalarını saltanat ve hükümet aleyhine kışkırtmak suçu ile tevkif ve muhakeme altına aldırmak gibi bir hatadan beri kalamamıştı.|Boğdan Prensi Stirbey de Rumen halkı adına kendisine bir teşekkürname yayımlamıştı. Adaptasyonlarında şaşılacak bir kudretle, Fransız cemiyetinin Molière’de yer almış tiplerini şahsiyetlerinden ve komiğin unsurlarından hiçbir şey eksilmeyerek, hatta bu tarafları daha da zenginleşip kuvvetlenmiş surette Türk cemiyetindeki tam eşlerini bularak âdeta ikinci defa yaratmıştır. Vak‘a çerçevesini değiştirmeden, tertibi fazla zorlamadan ele aldığı oyunların içindeki her şahsı bizden birer insan haline getirmiş, onların ağzındaki komiği köylü şivesinden allâme lugatına kadar yükselten bir Türkçe ile yeniden kurmuştur. Eserin kapağına başlık olarak konulan, 1824 Kazan baskısının başında mevcut “Uşal Şecere-i Türkî” ibaresindeki “bu, işbu” mânasına gelen Çağatayca “uşal” sözünün mahiyetinin bilinmemesi yüzünden, Ahmed Vefik’in tercümesinin adı yanlış bir okuyuşla yakın zamanlara kadar hep “Evşâl-i Şecere-i Türkî” ve daha da tahrife uğrayarak “Şecere-i Evşâl-i Türkî” şeklinde gösterilmiştir.}
{
- {
- Ahmed Vefik’in ülkede anlaşılmak istenmeyen değerini devrinde yabancılar en iyi şekilde takdir etmişlerdir.
- Kendisine karşı aşırı bir düşmanlık duygusu içinde olan Nâmık Kemal, kanaatlerinde tezada düşmek bahasına onu her yönden kötüleyip batırmaya çalışmıştır.
- Talebenin kolaylıkla kavrayacağı özlü bilgiler vermek gayesiyle yazıldığından Ahmed Vefik eserinin küçük olmasına dikkat etmiş, bundan dolayı adına “Fezleke” demeyi uygun bulmuştur.
- Millî varlığı Arapça-Farsça lugatların hâkimiyeti altında hissedilmez olmuş yazı dilini sadeleştirip Türkçeleştirmek, ifade zenginliklerini ortaya koymaya çalıştığı Türkçe’yi ön plana geçirmek ve sınırları Osmanlı mâzisinde kalmış bir tarih anlayışına Orta Asya Türklüğü’nde çok eski devirlere çıkan bir derinlik kazandırmak isteyen bir düşünce, Ahmed Vefik Paşa’nın şahsiyetinde çalışmalarının hareket noktası olmuş bir merkezdir.
- Ahmed Vefik Paşa’nın araştırma ve ilim sevgisinin kuvvetiyle kurduğu ve mevcudu zamanla 15.000’e varan bu kütüphane dillere destandı.
- Belirtildiğine göre sürpriz yaratan bir süratle azline, bu vazifeyi kabullenmek için ileri sürdüğü şartların bir beyannâme ile tesbiti ve kabine arkadaşlarını seçme yetkisinin kendisine verilmesi gibi isteklerde bulunması ve bunda ısrar etmesi sebep olmuştur.
|}
{
|}
{
|}
|
- Bir taraftan da restorasyonlarını sağlayarak yine bir hayli harap cami ve tarihî eseri yıkılmaktan kurtardı.
- Meydana gelen hadiselerden Sırp beyi Prens Mihail’i sorumlu tutan raporuna dayanarak harekete geçen Bâbıâli’nin büyük devletlere Temmuz 1862 tarihli memorandumu üzerine Sırp meselesini görüşmek için bu devletlerin elçileriyle İstanbul’da yapılacak konferansa katılmak tâlimatını alınca 16 Ağustos 1862’de İstanbul’a döndü.
- Mektuplarında görüldüğü üzere mâzuliyet yıllarını çeşitli sıkıntılar içinde geçiren Ahmed Vefik, bu devrede kendini adını edebiyat ve fikir hayatımızda bir şöhret yapacak çalışmalara verdi.
- Tarih ve dil sahasında bu ortaya koydukları Ahmed Vefik Paşa’yı çağdaşları içinde kaynağını Türkoloji bilgisinden alan Türkçü düşünüşün şuurlu ve ilk sırada bir temsilcisi olmak mevkiine yükseltmiştir.
- Bir ara 1881 yılı sonlarına doğru Anadolu ıslahatına memur edilmesi düşünülerek Abdülhamid’in emriyle bu hususta bir lâyiha dahi hazırlayıp 1882 Ocağında Mâbeyn’e takdim etti ise de bu bir tasavvurdan öteye geçmedi.
- Burayı güzelleştirme ve mâmur kılma uğrundaki hizmetleri herkesçe teslim edilen Ahmed Vefik Paşa şehir halkı tarafından yıllarca “Bursa’nın kurtarıcısı” diye anıldı.
{
|}{
|}
{
|}
|
- {
- On altı dil bildiği rivayet edilen Ahmed Vefik, Türk dili ve şarkiyat sahasındaki vukufunu devrinin oryantalizm âlemine kabul ettirmiş, müsteşriklerin araştırmalarında karşılaştıkları müşkülleri çözmek için yardımına devamlı müracaat ettikleri, âlim şahsiyeti hürmetle anılan bir kimse olmuştur.
- Devletin ilk pâyitahtını içinde bulunduğu harap halden kurtarmayı millî bir izzetinefis meselesi kabul eden Ahmed Vefik, Bursa’yı iptidai ve yıkık dökük bir şehir olmaktan çıkarıp mâmur bir hale getirmek için büyük gayret sarfetti.
- Öğrenciler siber aylaklık yaptıkları zamanlarda en çok ‘içerik erişimi’ ve ‘paylaşım’ yapmakta en az ise ‘oyun/bahis’ alanlarında faaliyet göstermektedirler.
- Sicill-i Osmânî’de de yine böyle Harîrî’nin el-Maḳāmât’ına yaptığı bir tercümesinden bahsedilir.
- Bazı parçalarının 1868’de hazır olduğu bilinen bu tercümede yazı diline Türkçe’nin unutulmuş yahut halkın ağzında kalmış kelimelerini kazandırmak gayreti daha da hissedilir.
- Dönüşünde efkâr-ı umûmiyece hariciye nâzırlığı için biçilmiş bir kaftan gibi görülen Ahmed Vefik, daha Romanya’dan ayrılmadan Encümen-i Dâniş’in 1 Haziran 1851’de kuruluşu ile birlikte adları da ilân edilen kırk kişi arasında buraya aslî üye seçilişi ardından, İstanbul’a gelişinden birkaç gün sonra da 15 Haziran 1851’de Tahran büyükelçiliğine tayin edildi ve bu münasebetle rütbesi ûlâ sınıf-ı sânîsine yükseltildi (haziran sonu).
|}{
|}{
|}
}
{
{AHMED VEFİK PAŞA|Ayrıntılar|Uzun bir aradan sonra}
|}
{Burada, Süleymaniye Camii’nin sürdürülmekte olan iç tamir ve restorasyonunda gösterdiği fevkalâde gayret ve hizmetten dolayı, cami kısmen tekrar ibadete açıldığında (15 Şubat 1862) ikinci rütbeden Osmanî nişanı ile taltif edildi. Büyük bir kararlılıkla bu nezârete bağlı müesseselerdeki birçok yolsuzlukların üstüne gitmesi yüzünden bunları işleyenlerin hâmisi veya yakını durumunda olan bazı ileri gelenlerin kin ve düşmanlıklarını üzerine çekti. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan sonraki kanun ve nizamnâmelerini bir araya getiren Düstur’un bir baskısı da ona havale edilmiş olduğu gibi, Halim Giray’ın Gülbün-i Hânân’ı da 1870’te onun eliyle neşir sahasına çıkar. Ahmed Vefik, aynı yıl ondan az önce Şeyh Sa‘dî’nin Gülistân’ının güvenilir eski nüshalarla karşılaştırılıp tashih edilmiş ve manzum parçaları Yesârîzâde’nin ta‘lik hattına çekilmiş çok itinalı bir baskısını da gerçekleştirdi. Ahmed Vefik’in Türk edebiyatında Batı’dan edebî adaptasyonun ilk olduğu kadar en başarılı örnekleri olan eserleri asılları derecesinde kuvvetli sayıldıktan öteye, hele bunlardan Zor Nikâhı güzellik ve üstünlükte aslını da aşan bir zirve kabul edilmiştir.|Dil ve tarih sahasındaki çalışmaları bunun yanında Ahmed Vefik Paşa’ya memleketimizin en eski, hatta ilk türkoloğu olmak sıfatını kazandırmıştır. Ahmed Vefik’in, zamanında kendisini takdir edenler dışında gerçek hizmet ve değeri ancak millî görüşlerin iyice geliştiği II. Kendisini takip edenlerin hiçbiri gerek tercüme gerek adaptasyon olsun, Molière’i Türkçe’ye nakletmekte sayıca da Ahmed Vefik’e erişememiş, birkaç eserden daha ötesine gidememişlerdir.|Bazı parçalarının 1868’de hazır olduğu bilinen bu tercümede yazı diline Türkçe’nin unutulmuş yahut halkın ağzında kalmış kelimelerini kazandırmak gayreti daha da hissedilir. Duyurulmak istenen mesajları ne olursa olsun Ahmed Vefik’in Télémaque ve Gil Blas tercümeleri, basılma fırsatını buldukları yıllarda Batı edebiyatlarından yeni modeller seçmiş, farklı bir nesir zevkini benimsemiş nesiller için oldukça gecikmiş eserlerdi. Ahmed Vefik’in Türk halk dilinin ifade zenginliğini ve mecaz kabiliyetini aksettiren eseri memleketimizde kendisininkine kadar yapılan atasözü derlemelerinin en zengini olmuş, daha sonra bu sahadaki çalışmalara devamlı ve kolay kolay tüketilmez bir kaynak olma hizmeti görmüştür. “Atalar Sözü” kitabı, aynı zamanda onun Lehce-i Osmânî’yi hazırlama yolunda giriştiği geniş malzeme çalışmasının da ilk adımını teşkil eder.}
{Molière ile yarışırcasına dilde komiği yakalama ve yaratma kabiliyeti gösteren Ahmed Vefik Fransızca kadar, bütün kaynaklarından beslenmesini bildiği ana diline fevkalâde hâkimiyetiyle onun eserlerini âdeta telif denebilecek bir ifade seviyesine yükseltir. Ahmed Vefik Paşa’nın bilinmiş yahut unutulmuş hizmetlerle dolu devlet adamlığı yanında kültür ve edebiyat hayatımızda, bilhassa millî düşünce bakımından tarihten dile ve hatta tiyatroya kadar kendisini bir öncü durumuna getiren, değişik kollarda mühim faaliyet ve çalışmaları vardır. Meclis-i Vâlâ âzası olarak 14 Nisan 1861’de İstanbul’a dönen Ahmed Vefik, 23 Kasım 1861’de kurulan Fuad Paşa kabinesinde, paşa henüz fevkalâde komiserlikle Şam’da bulunmakta iken, Yûsuf Kâmil Paşa’nın sadâret kaymakamlığı sırasında doğrudan doğruya hükümdar iradesiyle Evkāf-ı Hümâyun nâzırı oldu.|Batı’da olduğu gibi aşırı hürriyetlerin hâkim bulunduğu bir meşrutî idarenin memleketin şartlarına uygun düşmeyeceğine inanan, hızlı ve çapı büyük değişikliklerden çekinen Ahmed Vefik Paşa, hadisenin içindeki yeri dolayısıyla devrin şartları tam dikkate alınmadan siyasî tarihimizde tek yönlü tenkit ve ithamlara hedef olmuştur. Ahmed Vefik’in ülkede anlaşılmak istenmeyen değerini devrinde yabancılar en iyi şekilde takdir etmişlerdir. On altı dil bildiği rivayet edilen Ahmed Vefik, Türk dili ve şarkiyat sahasındaki vukufunu devrinin oryantalizm âlemine kabul ettirmiş, müsteşriklerin araştırmalarında karşılaştıkları müşkülleri çözmek için yardımına devamlı müracaat ettikleri, âlim şahsiyeti hürmetle anılan bir kimse olmuştur. Barbier de Meynard’ın ifade ettiği gibi, Avrupa ilim dünyası ile Doğu ilmi arasında yüksek vukuflu bir aracı, büyük çalışmaların gayretli bir yayıcısı olma rolünü yerine getirmiştir. Kaba Türkçe diye hor görülmüş halk dilinin sözlerini ve deyimlerini itibara kavuşturmak, Arapça ve Farsça’nın tesiriyle unutulan kelimeleri yeniden ana dile kazandırmak, bu ikisinin hâkimiyeti altında esas kendi lugatındaki servetinden uzaklaşmış ifadeyi halk deyimlerine, onun kuytuda kalmış sözlerine ve geçmişteki Türkçe’nin kaynaklarına açmak, Ahmed Vefik Paşa’da nazariyat yerine tatbikatı ile ifadesini bulan millî dil ülküsü olmuştur. Bu görüşle, halk ağzından çeşitli hikmet ve deyimleri derleyen Atalar Sözü kitabının yanı sıra, değer verilmemiş kelimelerini toplayıp Türkçe’nin zenginlik ve ifade kabiliyetini göstermek istediği lugatı ile temellendirmeye ve onları Molière’den Télémaque’a kadar edebî tercümelerinde, yadırganacaklarından çekinmeden canlandırmaya çalışması onu dilde sadeleşme ve Türkleşme hareketinin öncüsü yapar.|1854 ilkbaharındaki bir mektubunda, “İran bizim için tamamen kazanılmış bir savaş meydanıdır” demesi bu diplomatik başarının ifadesidir. Kırım Harbi’nin patlak vermesinden az önce, bir sene içinde İran’daki işlerini bitirebileceğini ümit eden Ahmed Vefik vazifesinden 1854 Eylülünde izinli olarak ayrılırken Bağdat mıntıkasını ve doğu sınır bölgesini teftişe de memur edilmişti. 1 Eylül’de İran hükümdarı Nâsırüddin Şah tarafından huzura kabul olunup güç şartlar altında dirayetle yerine getirdiği hizmetlerinden dolayı kendisine şahın elmaslı portresiyle birlikte İran’ın en büyük nişanı verilmiş, ertesi gün şahın hassa alayındaki bir birliğin refakatinde yola çıkmıştı. Birkaç gün sonra da ceza ve muhakemat kanunlarını yeni baştan kaleme almak vazifesiyle memur kılınarak buranın Muhakemat Dairesi başkanlığına tayin edildi. Ardından da bâlâ rütbesiyle birlikte 14 Mart 1857’de Deâvî nâzırlığına yükseltildi.}